12 Haziran 2014 Perşembe

ELİN PARASINI 'DÜNYANIN ANASINI SATIP' YERSEN, BABANIN ŞARAP ÇANAĞINI GÖRÜRSÜN

Çalıştığınız dev teknoloji şirketinin piyasa araştırması için verdiği 16 bin dolarlık fon parasını şeytana lanet edip, "Satmışım anasını... Bi daa mı gelcez dünyaya" diyerek o hep gitmek istediğiniz ama izbandut kapı görevlilerinin sizi 'Buraya hippiler ve bakirler giremez' deyip almadığı bol ışıklı gece kulübünde kızlarla yerseniz, ödeme günü geldiğinde 'Babanın şarap çanağını' görmeye de hazırlıklı olmalısınız :)
İsmi her ne kadar 'Paranoya' olsa da aslında günümüz dev mobil şirketlerinin dijital savaşlarını çok akılcı bir dille konu alan film tam da böyle başlıyor....
Filmin başrolünü, gerçek hayatta şarkıcı Miley Crus'un sevgilisi olan ve 'Neighbours' dizisiyle tanınan Avustralyalı Aktör Liam Hemsworth (Adam Cassidy rolünde) canlandırıyor....
Aslında Türkiye'de yaşasa belki de Kıvanç Tatlıtuğ'dan daha çok talep görecek olan (sarışın, uzun boylu, adonisli) başrol çocuğunu (Adam Cassidy), diskoda birlikte göbek attığı çekici 'rezidans ablası' ertesi gün aynı yatakta uyanıp 'Belki de çok içince köprü-tünel çocuklarına ilgi gösteriyorum canım yaa' deyip kibarca kapıyı göstermesi filmin bir hayli 'güncel' tutulduğunu gözler önüne seriyor....

GELECEĞİ ELİNDEN ALINAN NESLİN ÇOCUKLARI

İşin esprisi bir yana filmin başında Adam'ımızın anlattıkları ibret verici şeyler aslında başına geleceklerin de ipucunu veriyor.
Ne diyor: "Bahaneler üretmeyeceğim bunların olmasını ben istedim. Hem de hepsini. Başka birine dönüşmek için yaptım. Daha fazlasını istedim. Bizler geleceği elinden alınan bir neslin çocuklarıyız. Ailelerimizin inandıkları 'Amerikan rüyası' kendi zenginlikleri için yalan söyleyen, düzenbazlık yapan ve dolandıran kişiler tarafından yokedildi. Eskiden iyi notlar aldığınızda doğru okula girebilir ve doğru işe sahip olabilirdiniz. 15 yıllık zorlu bir çalışma hayatından sonra kendinize ait bir odanız olabilirdi... Ama o dünya geride kaldı... İnsanlar istedikleriniz konusunda her zaman dikkatli olmanız gerektiğini söyler. Onlara hiç bir zaman inanmadım. Bana nehrin kıyısındaki ışıklar her zaman daha parlak geldi...."

AT MISIN, KÖPEK Mİ?

Unutmadan filmde şirket yöneticisi Nicholas Wyatt'ın (Gary Oldman) fonu 'pavyon hesabına' harcayan genç çocuğa söylediği şu tehditkar sözler de can alıcı noktalardan birini oluşturuyor: "Demek köpek ve at oyununu oynamak istiyorsun. Sen köpek misin, yoksa at mı? At korkuyla hareket eder, kamçıdan kaçmaya çalışır, bu dolandırıcılık. Köpekse açlıkla hareket eder bir sonraki yemeğini, yani tavşanını kovalar. Başarıya olan açlığı yüzünden köprünün karşısına geçer. Sen hayattan daha fazla şey istiyorsun" diyerek piyon olarak kullanması...
Konusu 2004 yılında Joseph Finder tarafından yazılan aynı adlı romandan uyarlanan ama gün gibi Apple-Samsung savaşını konu alan filmin yönetmenliğini Robert Luketic yapmış. Gişede istenilen sonucu almamasına rağmen film, sırf kötü karakterleri canlandıran Gary Oldman ve Harrison Ford performansları ve akılda kalıcı diyalogları için bile izlemeye değer.
Son söz: Ona buna avuç açacağınıza en iyisi küçük sermayeyle kendi işinizin patronu olun. :) :D

Bir sonraki filmde görüşmek üzere...

MZG

http://wp.me/p4HGgM-18

4 Haziran 2014 Çarşamba

"YA FETTAH, YA REZZAK !"

Kore gazisiydi dedem...
Öleceği güne kadar asker disiplinini gözle görülmeyen manevi bir üniforma gibi hep üzerinde taşıdı...
Bazen onları ziyaret edip orada kaldığım günlerde şunlara şahit olurdum: Sabah ezanı, dakkasını şaşmayan kurmalı saatin ziline uyanılırdı. Dedem o yuvarlak ve tıkırtılı saate hep güvenir, sadakatine inanırdı... Gün daha ağarmadan 'Ya fettah, ya rezzak' diyerek açtığı odasının ışığı bahçeye vururdu. Çizgili pijamasıyla hayada (bahçeye) çıkıp yılların yorgunu plastik çerçevesi olan aynalı lavabo önünde adeta bir askeri tekmile çıkarcasına güne hazırlanırdı...
Her gün aynı saatte gerçekleşen bu merasim, onun camiye gitmesine kadar devam ederdi.
Hemen hemen aynı saatlerde uyanan ninemin de sabah namazını kıldıktan sonra mutfakta kahvaltı hazırladığını, çay bardağının içine konulan kaşık ve kap kacak seslerinden anlamak zor olmazdı. Odadaki en ufak tıkırtıya uyanan ben bu hengame yaşanırken çayın demlenme süresince ikinci fasıl uykuya dalabilmenin güvencesini yaşardım. Daha sonra ninem tarafından uyandırılıp yukarı fırındaki ekmekçiye koşar, nedense onun 'Ne tez geldin?' sözünü duymaya can atardım.
Kahvaltının hazırlanması ile dedemin camiden eve gelmesi de tıpkı o sabahki kurmalı saatin sadakati gibi vaktini şaşmaz aynı dakikalara denk gelirdi. Sofraya, taaa köyden Maya teyzenin gönderdiği taze tereyağı, Antep peyniri, reçel ve tahin-pekmezi dizilir, sıcacık ekmeğe katık olurlardı. Kahvaltı sırasında ya, Türk ulusal radyosundan, yada televizyondan tok sesli sunucuların sesinden haber bültenleri dinlenirdi...
Bunca yıl geçmiş, şimdi ne zaman sabah erken kaygıyla uyanıp aynanın karşısına geçsem, o yarısı bitmiş el sabununu, nemli havluyu ve o yorgun lavabo önünde mavi çizgili pijamasıyla rahmetli dedemi anımsayıp şöyle derim: "Ya fettah, ya rezzak!"

MZG, 1994

30 Mayıs 2014 Cuma

GARDIROPTAKİ ZAMANIN BİLİNMEZ ELÇİLERİ

Naftalin kokulu gardırobun bir köşesinde seneler önce akrabaların Almanya'dan hediye getirdiği çikolatanın alacalı kapaklı kutusunda muhafaza ediliyordu aile albümü...
Annesinin ev işleriyle uğraşmasını fırsat bilen haşarı çocuk, sokaktan arta kalan zamanı rengini-şeklini hafızasına kazıdığı 'şekerdenliği' aramakla geçiriyordu. Genelde ana yadigarı çanakların Antep işi örtülerle dizili olduğu vitrinde yer alan bu azaldıkça çoğalan 'sonsuz kaynak' nasıl olurdu da şimdi yerinde olmazdı? Acaba bizim kaşif yeni keşiflerini evin 'balta girmemiş' alanlarına mı kaydırmalıydı...

Ağızda eriyen kaymaklı, çilekli, kakaolu envai şekerler, çikolatalar, bonbonlar olsa olsa yatak odasına nakledilmişti..
Antep deyimiyle 'Hıs hıs' girdiği loş odada hislerine güvenip gardıroba yönelen çocuk, el yordamıyla gardırobun köşesinde bulduğu şekerdenlik gibi alacalı renkli bu kutuyu büyük hevesle açmıştı. Ancak şekerler, çikolatalar yerine deste deste albümler ve fotoğraflarla karşılaşmıştı.

Fotoğrafların kimi siyah beyaz, kimi sepyaydı (kahverengi siyah tonlarında), kimileri de solgun renkliydi. Neden bazı fotoğraflar böyle siyah beyazdı? Acaba eskiden dünya siyah beyazdı da, renkli televizyonlar çıkınca mı her şey renklenmişti? Yoksa bu insanlar halen üzerlerindeki tozlardan arınmak için reklamlardaki Ayşe teyzenin ACE'sini hiç kullanmamışlar mıydı? Televizyonu tamirciye götürüp kumanda monte ettiren babası belki bu sorunun cevabını verebilirdi. Saçlarını şu Türk filmlerindeki artistler gibi tarayıp poz veren teyzesi olabilir miydi? Hele şu solgun fotoğraftaki çocuklar... Siyah-beyaz bir dünyada hangi oyunları oynayıp dünyalarını renklendiriyorlardı? Tam o gün neleri konuşuyorlardı? Bir de şu insanların göz bebeklerini şeytan gibi gösteren acayip fotoğraflara ne demeliydi? Onlar hangi kozmik alemden dünyaya gelip fotoğraf çektirmişlerdi? Şimdi nerede, ne yapıyorlardı? Bunları da bir gün belki annesine sorabilirdi...

Şeker ararken, siyah-beyaz ve sepya insanları kendi hayal dünyasına katan çocuk, belki de yıllar sonra öğrenecekti bazı soruların cevaplarını...
Tıpkı aynı suda iki kez yıkanılamayacağı gibi her fotoğrafın da sadece o ana özel olup tekrarlanamayacağını...
Yaşam-ölüm çizgisinde bazı sevdiklerimizin aramızdan ayrılıp fotoğrafının daha bir anlam kazanacağını...
Kaybettiiklerimizin gizeme bürüdüğü fotoğraflarında daha önce farketmediğimiz bir gülüş, bir bakış, bir gölge, bir ayrıntı yakalayıp onunla avunulabileceğini...
Zamanın fotoğrafları soldurduğu gibi insanları da soldurduğunu...
Bazı fotoğraflardaki kesik yüzlerin kimler olup, bunu hakedecek ne yaptıklarını...
Fotoğrafların, renklerin, kokuların, seslerin birbiriyle ilişkisini...

Ve Sezen'in radyoda söylediği o eskiden saçma bulduğu şarkı sözleri daha bir anlamlı olacaktı:

"Ah kavaklar, ah kavaklar.
Bedenim üşür yüreğim sızlar.
Beni hoyrat bir makasla eski bir fotoğraftan oydular.
Orda kaldı yanağımın yarısı, kendini boşlukla tamamlar.
Ah omuzumda bir kesik el ki hala durmadan kanar...
Ah kavaklar..."

MZG

BALIKLI HAMAMI'NDAKİ CADI

GAZİANTEP'TE BİR ÇOCUK EFSANESİ



Kaç kere el değiştirip, kaç kere açılıp kapandığını Allah bilir. İsmi Balıklı Hamamı. Ama ne hamamın ortasındaki havuzda balık var. Ne de bu hamam Balıklı semtinde... Şimdi açık mı, kapalı mı dürüst olmak gerekirse onu da bilmiyoruz...
Ama şunu itiraf etmeliyiz ki, Şehreküstü- Kılınçoğlu Mahallesi'ndeki Balıklı Hamamı, 1990'larda 3 arkadaşın çocukluk evresinin unutulmazları arasındaydı...
Çocukların Balıklı Hamamı efsanesini daha iyi anlamak için önce, o dönemdeki çocuk-sokak ilişkisine değinelim....
1990'lar... İnsanların 'Gerçek haber mi- yoksa kurgu mu?' diye ayırt etmesinin zor olduğu (araştırma zahmetine de girmediği), Korcan Kararlı, Saadettin Teksoylu, Reha Muhtarlı, UFO'lu, cinli, canavarlı, ayinli (burada Kutsal Damacana esprisini es geçiyoruz) 'haber-programlarının' etkisi tüm yurdu sarmıştı...
O dönemde her memlekette olduğu gibi Gaziantep'te de bu UFO'lu, canavarlı, gulyabanili, zombili programların etkisiyle kulaktan kulağa şehir efsaneleri dolanmaya başlamış. Neymiş efendim? Asri Mezarlık'ta bir mezara nur inmiş. Herkes gökyüzünden inen o koca ışığı görmüş. Işığın indiği mezarda yatan sözde önemli bir zatmış. Yine aynı dönemde başka efsaneye göre 'Öldü' denilerek mezara gömülen bir kadın, güya ölmemiş ve ibret olsun diye (tövbestağfurullah  ) bu aleme geri gönderilmiş. Bu (zombi) kadın iri ve parlak gözleri, metrelerce uzun tırnaklarıyla insanlara ibret vermek için Gaziantep'in karanlık ve kuytu sokaklarını dolaşırmış. Her nedense bu hikayeleri ilk uyduran kişiler de daha sonra laf kendilerine dönüp dolaşınca 'Bak ben demiştim, meğerse gerçekmiş' diye tüm bunlara en fanatik inanıcı olmaya başlamış...
Neyse sözü çok uzattım...
Yetişkinlerin tüm bu UFO'lu, gulyabanili, zombili hikayelerini siz bir de o dönem internet, oyun, bilgisayar, cep telefonu olmadığı için koca bir hayal dünyasında yaşayan çocukların kulak kabartarak dinlediğini düşünün...
Öyle de olmuş...
Daha önce sokaklarda saklambaç, duvardan duvara, körebe gibi tipik oyunları oynayan, Heman, Süperman, Kara Murat gibi kahramanları kendilerine örnek alan çocuklar bu defa kendilerine esrarengiz oyunlar 'icat etmiş'. Damda yatarken gökyüzünü izlerken kayan her yıldızı 'UFO' diye tanımlamak, akşam vakti sokaktan geçen gariban bir kadını 'cadı' ilan etmek, el arabasıyla eski toplayan Recep amcayı sokakta oynayan çocukları el arabasının altındaki bölmeye saklayıp daha sonra koyun gibi kesen bir caniye çevirmek bu hayal dünyasının gizemleri arasında olmuş...
Kılınçoğlu Mahallesi'ndeki yaklaşık yarım asırlık Balıklı Hamamı da o dönemler doğal olarak çocukların tüm bu hayal dünyasından nasibini almış. Sürekli el değiştirip açılıp kapanması da çocuklar arasında, 'hayalet yüzünden' söylentisine neden olmuş...
Yine hamamın kapalı olduğu günlerden bir gün sokakta oynayan üç arkadaş kapıyı aralık görünce uzun zamandır gitmedikleri bu esrarengiz hamamı dedektif gibi keşfetmeye koyulmuşlar. Dar merdivenlerden aşağıya inen çocuklar tepedeki minik pencerelerden sızan ışık huzmesinin zor aydınlattığı hamamın havuzlu ana bölmesine ulaşmış.
Ancak o da ne?
Hamam tam da hikayelerde anlatıldığı gibi... Sanki cadı hamamı kendine göre dayamış döşemiş...
Her tarafta salkım saçak kumaş parçaları kimi yerlerde üst üste dizilmiş. Ayrıca eskiden orta yerde şırıl şırıl akan havuzun suyunu da cadı içip kurutmuş... Ama kendisi henüz ortalıkta yokmuş...
Cadı aslında havuzlu bölmede değil de, iki kapıdan geçilerek girilebilen yıkanma bölümünde olmalıymış...
Gözleri karanlığa iyice alışan 3 çocuk daha karanlık olan bu bölmeye kimin girebilip, kimin giremeyeceğini kendi aralarında tartışırken, içerden ayak sesleriyle beraber kapılardan birinin açıldığı duyulmuş...
Az önce içeriye girmek için kimin daha kahraman olduğunu tartışan çocuklar, cadının bu 'Cehennem kapısını' gıcırdattığını duyunca bu sefer kimin önce canını kurtaracağının yarışına girerek arkalarına bile bakmadan merdivenlere koşmuş....
Ama işin aslı öyle değilmiş...
Çocuklar bu korkuyu uzun süre atlatamamış, rüyalarına başka başka türlerde girmiş bu olay. Ama sonradan öğrenmişler ki hamam da ne cadı varmış, ne de hamamı kumaşlardan kendine yuva yapmış. Hamamın içindeki kumaşlar hamamı kısa bir süreliğine depo olarak kiralayan fasoncunun kumaş parçalarıymış. 'Cehennem kapısını' açan kişi kişi ise büyük ihtimalle o kumaşları içeriye yerleştiren ve kapıyı da aralık bırakan işçiymiş 

MZG

31 Ocak 2014 Cuma

ZILGITLAR (GAZİANTEP YÖRESİ)

DİKKAT ! YÜKSEK DOZDA ANTEPÇE İÇERİR!

Her cümlenin sonunda 'lilililililili'yi rahatlıkla kullanabileceğiniz Antepçe hanekler. Düğünlerde, kınalarda, çeyizlerde, asker uğurlamada unutanlara lazım olabilir diye zılgıt sözlerini paylaşıyorum:

- Sandıkta muska, gelin de ne goska lilililili :)))
- Paşa mangalının külü, gelinimiz de antebin gülü...li li li li liy 
- Goruklar üzüm oldu, gelin de bizim oldu lilililillllliiiiiii
- Ayran mıydı, su muydu, oğlan evi de bu muyduuuu lilililililli :))))
- Maşa maşaya benzer güvey de paşaya benzer...li li li li liyyy
- İki cuvara bi paket, gayınbabanın da kesesine bereket.. lilililililiy
- İki kelle bigıçzılgıtçalmıyanınazınasıç. lililililili
- Bahçelerde pirpirim, yıhadık birim birim, Hökkeşi everdik Mamede Allah kerim.. lililililili
- Damadın gıravatı nahışlı, gelin de damada ne gözel yahıştıııı.. li li li li li li liyyyyy
- Aldık oğlumuza gızınızı, Azrail görsün yüzözüüü... lililililililiyyyy
- Sahanda gaymak yaladık barmak barmak, her ananın harcı deel, beyle oğlan doğurmak... lililililiy
- Antebin ekmeği söbe, garşıyahadan gız almaya Allah töbee... lililiyyyyy
- Yerde serili Antep kilimi, gelinimiz de paglava dilimii... li li li li liy
- Çarşıda havan bu kaynana da ne yavan.. lililililililiiiiiyyyyy
- Ay doğar elek gibi, gün doğar melek gibi, biz bir gelin aldık ki, dondurma bebek gibi.... lililyyyy
- Sarı taksi geliiyy, dağı daşı deliiyyy, ablam gelin gediiy, sıra da baa geliiiyy... li li li li liiiiiii
- Kellenin kefi geldi, gaynananın da keyfi geldi... li li li li li liyy
- İrafa sıçan geldi, saçını açan geldi, gözün aydın gaynana saçına sıçan geldi... lilililiyyy
- Oy çinçini çinçini, öpem ağzıyn içini, hoşgeldin Mamedin göverçini... li li li liyyyy
- Su gelir millendirir, çayırı çimlendirir, o sendeki gözellik arhazı dillendirir.... lilililiyyyyyy

Aman Allah töbee...! yooğrum sizden başedilmez.